14 Ocak 2010 Perşembe

Vicdanlar Tutsak Alınamaz!


VİCDANLAR TUTSAK ALINAMAZ !!!

Tarih 6 Ocak 2010. Memleketin asker ve sivil bürokrasisinin otorite ve itaatle yoğrulmuş olan “kalbinin” uygun adımlarla çarptığı Ankara’da bürokrasiye inat, yamuk yumuk adımlara sık sık ev sahipliği yapan Yüksel Caddesi’nde, tutuklu Vicdani Retçi Enver Aydemir ile dayanışmak amacıyla, anti-militaristler tarafından kamuoyunu bilgilendirme amaçlı bir basın açıklaması düzenlendi.
100 kadar Çevik Kuvvet polisi, bütün şiddeti ve çok da yabancısı olmadığımız/olamadığımız o meşhur orantısız gücüyle basın açıklaması yapan anti-militaristlerin üzerine saldırdı. Şiddet, cinsiyetçi taciz ve hakaretler, eylemcilerin nezarete götürüldükleri araçta, 20 saatten fazla kaldıkları nezarethanelerde ve adliye koridorlarında da devam etti. Devletin savcısı ve Hâkim’i, kendilerini savaş ve şiddet karşıtı olarak tanımlayan anti-militaristleri kanunsuz gösteri düzenlemek, polise hakaret ve mukavemet ile suçladı. Gözaltına alınan 23 anti-militaristten biri olan, Volkan Sevinç TUTUKLU yargılanmak üzere Sincan cezaevinde TUTSAK EDİLDİ.
6 Ocak’ta yaşanan durum kısaca böyle. Peki, neden böyle oldu? Yani, Devlet neden Vicdani Retçileri tutukluyor ve neden onları Vicdani Retçi oldukları için değil de başka sebepler öne sürerek yapıyor bu işi? Ve neden Vicdani Reddin bir insan hakkı olduğuna işaret eden anti-militaristlere şuursuzca saldırıp tutsak ediyor? Bu soruların cevaplarını devlete karşı mücadelelerin tarihinde ararsak, koyunların içerisinden de keçileri rahatlıkla ayırt ederiz.
AÇIKLAYALIM;
İmzacıları arasında Albert Einstein, Martin Buber, Bertrand Russell, M.K Ghandi gibi dönemin aydınları ve bilim adamlarının yoğun desteğiyle oluşturulan, 1926 yılında açıklanan “Savaş Karşıtı Manifesto”nun giriş cümlesi aslında hepimizi bir yerlere çağırıyor;
“İnsanlık adına; savaş suçları tarafından tehdit edilen tüm siviller, özellikle kadınlar ve çocuklar için; savaştan ve savaş hazırlıklarından zarar gören doğanın yararına…”
Devamını siz getirin. Ama dikkatli olun! Yüksek sesle olur olmadık yerde, mesela Yüksel Caddesi İnsan Hakları Heykeli önünde kesinlikle dile getirmeyin TUTUKLANABİLİRSİNİZ. Neyse, biz işimize bakalım ve hemen belirtelim; yurttaşlarını -topraklarını savunmak adına- insanların savaşa katılmaları için zor kullanmakta bir sakınca görmeyen devlet aygıtı, kendi yurttaşıyla beraber hazırladığı sözleşmeyi –yani anayasayı- zorunlu askerlik şartıyla donatarak sahip olduğu militarist ruhu, erkek nüfusunun tamamına aşılar. Akla tamamen aykırı bu uygulamaya bir tepki gösteren, sizin de saygı duyduğunuza emin olduğumuz manifestonun imzacıları, -bizi/sizi herkesi- sivil itaatsizliğe, vicdani redde ve savaş vergilerini reddetmeye çağırmaktadır.
1926 yılında açıklanan bu manifestodan sadece bir yıl sonra, 1927 yılında bu memlekette de “askerlik hizmeti” anayasal bir zorunluluk olarak uygulanmaya başladı. Bu şuna delalettir; artık “modern ulus devlet”i ve onu yaratan her şeyi zorunlu olarak askere alınan bizlerden/sizlerden oluşan, itaatin sıradanlaştığı, “profesyonel” bir ordu koruyacaktır. Militarizm daha bir görünür ve daha yaygın bir şekilde ortaya konmuştur ki “Modern Türk Ulus Devletinin” kurucu/koruyucu kişilerinin asker kökenli olması militarizmi güçlü ve sorgulanamaz kılmıştır.
Peki, arkadaşım nedir bu militarizm? Çok basit. İzah edelim. Eğer sözlüğü açıp bakarsınız şunu görürsünüz; “Bir ülkede ordu gücünün aşırı derecede ağır basması, bütün yurt sorunlarının yalnız ordu gücüyle çözülebileceğini savunan görüş”. “Orduculuk” diyebiliriz o halde. Darbe iddiasıyla yargılanan generalleri, albayları ve son günlerde meşhur olan kozmik odanın esrarını hatırlayın. Fakat burada dikkat edin. Hâki rengi üniforma giymeyen her er kişi militarist olmaz sanmayın. Şöyle ki; “Militarizmi var eden şey, modern devletin kurucu idesi, korku kavramında temellenen güvenlik talebidir. Korku sürekli kılındığında militarizm varlığını sürdürebilir. Militarizm tekniğin egemen olduğu, aklın araçsallaştığı, insanların tek biçimli bir aynılaştırmaya uğratıldığı, dolayısıyla insanların eylemlerinin kendi yargılama/düşünme yetileriyle değil, bir düzen mantığının kural koyuculuğuyla belirlendiği bir yaşam biçimini düzenlemedir.” Korkun ey insanlık !!! Korkun ey halk !!! Korkun ey ahali !!!
- Yurttaş tekmil ver !
- 36-42 kuzey paralelleri 26-45 doğu meridyenleri KOMUTANIM !
- Yurttaş !
- Emredin KOMUTANIM !
- Hazıııır ol !
- …
- VAKUR BİR İFADE İLE İLERİİİİİİ BAK !
- …
- Yurttaş KORK !!!

“Ordular kolektif şiddetin etkili bir tehdit oluşturmasını sağlayan ve bu şiddeti uygulayan organizasyonlar olmanın ötesinde ulusun büyüklüğünün ve devletin bağımsızlığının sembolik temsilidir. Ek olarak askerlerin bir vatana ihtiyacı vardır; ama aynı zamanda da bir düşmana, bu nedenle zihinsel ve manevi seferberlik; bir tehdit ediliyor duygusu yaratma kin ile nefreti, dış ya da iç düşman olarak teşhis edilenlerin üzerine yönlendirme anlamına da gelir.”
Sahip olduğumuz düşmanları bir düşünelim. Öğretilenleri hatırlayalım. Düşünün düşünün … Korkmayın, Utanmayın… Kürtleri, Ermenileri, Rumları… Verilen tarih derslerini, “duyarlı vatandaş” kimliğimizi, ilmik ilmik örülen, haberlerin olmazsa olmazını, katransız ve tüysüz linçleri düşünün… Biraz da olsun anlaşmadık mı şimdi?
BELKİ ŞÖYLE ANLAŞIRIZ…
Vicdani Reddin tarihsel gelişiminin militarizmin gelişmesiyle eş zamanlı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Vicdanı tanımlamaya sayfalar yetmez de “Vicdani Reddi” belki izah edebiliriz. Vicdani Red, bireyin inançsal, ahlaksal, politik nedenlerden dolayı askerlik görevini reddetmesi olarak tanımlanabilir. Şöyle temellendirilir; bireyin tercihlerinde vicdan kavramı önemli bir yer oluşturur ve vicdanına aykırı gelebilecek her hangi bir durumun içinde olmayı istemez. Bu yüzden vicdanıyla beraber kendisini sorgulamaya başlar ve sonuç olarak vicdana aykırı gelebilecek herhangi bir durumu reddeder. Anti militarist tarihle birlikte anılan Vicdani Red, yoğunluklu olarak militarizmin en fazla kendini gösterdiği memleketlerde ortaya çıkmaktadır. Vicdani retçilerin önemli bir bölümü Ortadoğu bölgesinde etkin olmaya çalışırlar. İlginizi çeker belki; Filistin’i sabah akşam bombalayan İsrail topraklarında bini aşkın vicdani retçi Arap “kardeşlerini” öldürmek istemediği için askere gitmeyi reddediyor. Vaktiyle Amerika Birleşik Devletleri’nde “kelebek gibi uçup arı gibi sokan” Müslüman boksör Muhammed Ali Vietnamlılarla bir sorunu olmadığını, bu yüzden kimsenin onu zorla askere alamayacağını belirtikten sonra başına gelmeyen kalmadı. Bu örnekler uzatılabilir. Ama fazla uzatmadan şunu da belirtmekte yarar var;
“Anti militarizm sığ bir savaş karşıtlığında değil bir tahakküm biçiminin eleştirilmesi ve Red edilmesinde bulunmalıdır. Bu tahakküm biçimi militarist bir devlet formunda cisimleşir. Bu yüzdendir ki anti-militarizm kapitalizmin yarattığı güç tekeli olarak devletin reddidir.”
Bu açıdan Vicdani Red açıklamalarına bakıldığı takdirde açıklamaların en belirgin yanının, şiddet karşıtlığı üzerinden temellenmesi olduğu görülebilir. Şiddet tekelini elinde bulunan devletin açık bir eleştirisi halinde de okunabilecek açıklamalarda, tahakküm ile şiddet yan yana kullanılmaya özen gösterilir. Tahakküm aracı olarak görünen devlet ve bu tahakkümün en büyük aracı olan militarizm kendisini tüm ağırlığıyla gösterdiği yerlerde sorgulanmaya başlar. Savaş alanında.
Aynı zamanda savaş olsun olmasın askerlik hizmetini reddetmek, daha doğru bir ifadeyle asker olmayı reddetmek, yalnızca savaşmayı ve şiddeti reddetme değil, itaat eri yapılmayı ve iradesizleştirilmeyi ve bağımsız düşünme yeteneğinin elinden alınmasını da reddetmek demektir.
Kendi başına askerlik hizmetinin reddi, militarizmin reddedilmesi anlamına gelmemektedir. Birey her hangi bir sebepten ötürü askerlik yükümlülüğünü yerine getirmek istemeyebilir. Vicdani retçiler açısından tartışmanın çoğu zaman asker olmak ya da asker olmamak üzerine yoğunlaştığı bir gerçek. Peki; asker olmak ne demek? Bu memlekette bu sorunun cevabı çok net. İlk olarak Irkçı Nazilerin gözde birlikleri olan SS subaylarının kasaturalarında görülen, daha sonra bu kasaturalardan çıkıp bu memleketin Silahlı Kuvvetleri’nin kışla duvarlarına ve çeşitli özel birliklerin brövelerine işlenen bir slogan bize her şeyi açık seçik gösteriyor. “Orduya İtaat Şerefimizdir”. İşte bu itaatin yarattığı şeref askerliğin ta kendisidir. İtaatin yüceltilmesi militarist aygıtların, itaat eden ve itaat isteyen arasındaki anayasal temelinde örgütlenen karşılıklı bir anlaşmayla gönüllü/zorunlu olan bir konumdan ötürü ortaya çıkmaktadır. Buna karşın, militarizmin bir itaat düzeni olduğunu ve itaat edildiği oranda güçlendiğini savunan Vicdani Retçi, ilk olarak bu halkayı kırarak kendini göstermeye başlar. Militarist unsurlar ise Vicdani Retçinin, siyasallaşmış duruşunu görmezden gelerek farklı bir yöntem içerisine çoktan girdiler. Retçiyi görünmez kılmak esas taktik oldu ve bu yüzden Vicdani Red üzerinden bir hesap sormaya da kalkışılmaz. Kullanılan sistem kendi aygıtının ceza sınırları içindedir ve Red eylemini değersizleştirerek, itaat mekanizmasını sağlamlaştırır. İşte bu yüzden Vicdani Retçiler Retçi oldukları için yargılanmazlar. Militarist unsurların geliştirdikleri eziyet bahanesinin yasal ismi ise şu; “Toplu erat önünde emre itaatsizlikte ısrar” . Bu “suç” itaatsizliğin suçudur ve muhtelif yaptırımları vardır. Aynen bir ritüel gibi, gözaltındaki Retçi, Vicdani Retçi olduğunu defalarca belirtmesine rağmen bu yöndeki bir ifadesi dikkate alınmaz ve kendi itaat sınırları içinde düşünmeye mecbur olan “ordu” Retçiye başka suçlar yüklemek için, onun bir hasta olduğunu ya da askerlikten kaytarmaya yönelik bir tavır geliştirdiğini söyleyerek görünmezliğini sürekli kılmaya çalışır. Retçi de her seferinde ısrarlı bir şekilde “itaat düzenini” tanımadığını söyleyerek kendini görünür kılmaya çalışır ve anlaşmayı tek taraflı olarak yırtar atar. Böylelikle yaratılmaya çalışılan militarist halkalardan birisini kendi inisiyatifi doğrultusunda kıran Retçi “asker olmayı” reddeder. Şimdi biraz daha anlaştık değil mi?
“SİVİL” CEZALAR: 155’TEN 318’E
Ünlü Türk Ceza Kanunu’nun eski 155’ci maddesi, 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni kanunda 318 sıra numarası ile korundu. Ayrıca, suçun basın yoluyla işlenmesi ağırlaştırma nedeni sayılarak cezaların yarı oranında artırılması hükmü getirildi. İş bununla da bitmedi. 2006’nın Haziran ayında kabul edilen Terörle Mücadele Kanunu ile bu eylem, “suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde” yapılmışsa, ek olarak “terör suçu” kapsamına alındı. Böylece cezanın alt ve üst sınırı yükseltilmiş ve suçu işleyenlerin DGM’ler yerine kurulmuş Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanmasının önü açılmış oldu.

155 İNCİ MADDEYE GÖRE AÇILAN KİMİ DAVALAR VE SONUÇLARI ŞÖYLEDİR;

Sokak Dergisi’nin 1989 sonunda yapmış olduğu bir kampanya ile vicdani retlerini açıklayan Tayfun Gönül ve Vedat Zencir ilk vicdani retçiler oldu. Bunun üzerine “Halkı askerlikten soğuttukları” iddiasıyla sivil mahkemede yargılandılar. Mahkeme Tayfun Gönül’e üç ay hapis cezası verdi, bu ceza daha sonra para cezasına çevrildi.

Bir zamanların reytingi yüksek televizyon kanallarından HBB’de 1993 yılında yayınlanan “Anten” programında, Savaş Karşıtları Derneği (SKD) Başkanı Aytek Özel ve Vicdani Retçi Menderes Meletli ile röportaj yaptıkları gerekçesiyle, program yapımcısı Erhan Akyıldız ve muhabir Ali Tevfik Berber, askeri mahkemede yargılandı. Akyıldız ve Berber tutuksuz yargılandı ve iki ay hapis cezasına çarptırıldı.

Sanatçı Bilgesu Erenus, Ocak 1993’de Lüleburgaz’daki bir toplantıda yaptığı konuşmada, ‘halkı askerlikten soğutacak ifadeler kullandığı’ iddiasıyla Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nce iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezanın Askeri Yargıtay’da onaylanması üzerine Erenus Bayrampaşa Cezaevi’ne gönderildi. Hakkında, “Anneler! Rica ediyorum, yalvarıyorum. Çocuklarınızı askere göndermeyin” sözleri nedeniyle dava açılan Erenus, 16 Mayıs 1996 tarihinde serbest bırakıldı.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkan Yardımcısı Saruhan Oluç ve ‘İşçiler ve Politika’ adlı aylık gazetenin sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Doğan, gazetenin Aralık 1993 nüshasında yayımlanan “Haydi Askere” başlıklı yazıda “Halkı askerlik hizmetinden soğutacak neşriyatta bulundukları ve milli mukavemeti kırdıkları” iddiasıyla yargılandı. Yargılama sonucunda, ikişer ay hapis ve eski parayla 160.000’er TL ağır para cezasına mahkum edildiler. Doğan’ın hapis cezası paraya çevrildi. Oluç ise cezasını tamamlayarak tahliye oldu.

Osman Murat Ülke, Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın kararı üzerine, askerlik belgelerini yaktıktan bir yıl sonra tutuklandı. Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu olarak kaldığı iki ay boyunca askeri uygulamalara uymadı ve başladığı açlık grevinin 23’üncü gününde talepleri kabul edildi. Artık askeri uygulamalara (asker elbisesi giymek, içtima, vs…) uyması için zorlanmayacaktı. Bu sırada Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde sürmekte olan dava 29 Ocak 1997'de sonuçlandı ve Ülke, TCK 155'e muhalefetten altı ay ceza aldı.

Koray Düzgören ve Nilüfer Akbal, Vicdani Retçi Osman Murat Ülke'nin askere gitmeyi reddettiğinde yaptığı basın açıklamasının metnini Düşünceye Özgürlük Kampanyası çerçevesinde kitapçık haline getirerek yeniden yayımladı ve kendilerini 1998 Mart ayında İstanbul DGM savcılığına ihbar etti. Ankara Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde yargılanan Akbal ve Düzgören, ikişer ay hapse mahkum edildi, ancak bu ceza 3 Eylül 1999 tarihli erteleme yasasına göre ertelendi. Düzgören, karardan sonra AİHM’e başvurdu. AİHM, Düzgören'in adil yargılanmadığına ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığına oybirliğiyle karar verdi ve Türkiye’yi tazminata mahkum etti.

Düzgören ve Akbal ceza alınca müzisyen Şanar Yurdatapan ve gazeteci Nevzat Onaran aynı metni bir kez daha yayımlayarak aynı yöntemle kendilerini ihbar etti. Sanıklar, Ankara Genelkurmay Askeri Mahkemesi tarafından ikişer ay hapse mahkum edildi. Onaran ve Yurdatapan’ın cezaları 3 Eylül 1999 erteleme yasasının tarih sınırının dışında kaldığı için ertelenmeyerek kesinleşti ve ikisi de cezalarını yatıp çıktı. Kararın kesinleşmesinden sonra Yurdatapan ve Onaran AİHM’e başvurdu. AİHM, Onaran için Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm etti, Yurdatapan’ın başvurusu ise henüz sonuçlanmadı.

Düşünceye Özgürlük-2000 kitabı yayıncıları Cengiz Bektaş, Yılmaz Ensaroğlu , Siyami Erdem, Vahdettin Karabay, Ömer Madra, Etyen Mahcupyan, Lale Mansur, Atilla Maraş, Prof. Ali Nesin, Zuhal Olcay, Hüsnü Öndül, Yavuz Önen, Erdal Öz, Salim Uslu, Şanar Yurdatapan’a kitapta yeralan, biri ÖDP 2. Bşk. Saruhan Oluç’un, öteki vicdani retçi Osman Murat Ülke’nin yazıları nedeniyle, TCK 155’den dava açıldı. Normalde herkese ikişer ay, Yurdatapan’a -aynı suçu bir daha işlediği için- en az dört ay hapis cezası verilmesi gerekirken, tüm sanıklar için beraat kararı çıktı. Sanıklar, bu kararı “Adil Yargı ilkesinin ters yönden çiğnenmesi” olarak temyiz ettilerse de, bu istek Askeri Yargıtay’ca reddedildi.

Mehmet Bal, Ekim 2002'de 9,5 aylık askerliğinin ardından, vicdani reddini açıkladı ve tutuklanarak Adana Askeri Cezaevi'ne kondu. Bunun ardından Bal hakkında TCK 155’den dava açıldı. Mahkeme, Bal’ın açıklamasının askerlik ile ilgili kişisel tercih ve düşüncelerinin açıklanması niteliğinde olduğunu belirterek beraat kararı verdi. Bu kararla vicdani ret açıklamaları TCK 155 kapsamının dışında bırakıldı.
318 GÖREV BAŞINDA

İHD İstanbul Şubesi Vicdani Ret Komisyonu aktivisti Doğan Özkan, “İnsan Hakları Haftası” etkinlikleri kapsamında 12 Aralık 2004 tarihinde Selimiye Kışlası önünde İHD adına yaptığı basın açıklaması nedeniyle 'Halkı askerlikten soğuttuğu' iddiasıyla yargılandı. Üsküdar 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, 20 Eylül 2006’da görülen karar duruşmasında 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza, mahkemece 3 bin YTL tutarında para cezasına çevrildi. 'Askerlik yapmayacağını ve para cezasını ödemeyeceğini söyleyen Özkan’ın dava dosyası şu anda temyizde.

Yazar Perihan Mağden hakkında, haftalık Yeni Aktüel dergisinde 27 Aralık 2005'te yayımlanan “Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır” başlıklı yazısında "halkı askerlikten soğuttuğu" iddiasıyla, üç yıl hapis istemiyle dava açıldı. Genelkurmay’ın suç duyurusuyla açılan bu davanın ilk duruşmasında Mağden, ‘İstanbul Adalet Sarayı’nın üçüncü katında ağır hakaretlere uğradı. Şehit yakınları ile gazilerden oluşan grup Mağden’e "Cariye", "Maşa", "İsrail'e git", "PKK'lı" diye bağırdı. 27 Temmuz 2006’da görülen ikinci duruşmada davayı karara bağlayan hakim, Mağden'in eyleminin düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanımı kapsamında kaldığını belirterek, beraat kararı verdi.

Vicdani retçi Erkan Bolot ile yapılan ve 10 Ekim 2005 tarihinde yayımlanan ‘Savaşların İnsan Kaynağını Kurutalım’ başlıklı söyleşi nedeniyle Birgün Gazetesi Pazar Eki editörü Gökhan Gençay ile sorumlu Yazı İşleri Müdürü İbrahim Çeşmecioğlu'na Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Asliye mahkemesi, görevsizlik kararı vererek dosyayı DGM’lerin yerine kurulmuş olan Özel Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevketti. Son olarak, Ağır Ceza Mahkemesi de görevsizlik kararı verdi. Duruşma tarihi henüz belli değil.

Halil Savda, 18.11.2004 tarihinde vicdani reddini açıkladı. Bu tarihten itibaren "hizmetten kısmen veya tamamen sıyrılmak kastı ile emre itaatsizlik" suçlamalarıyla askeri mahkeme ve birlik arasında gidip gelen Savda’ya 2006’da bir de TCK 318 davası açıldı. “Lübnan'da sivillere zarar veren operasyonlarda görev almak istemiyorum” diyen ve 28 gün hapis cezası alan İsrail askerleri Amir Paster ve Itzik Shabbat’ı desteklemek için yapılan basın açıklamasını okuyan Savda, vicdani red eyleminin yanı sıra bir de bu suçtan yargılandı. Bu yargılamadan 5 ay hapis cezası aldı. Bu cezanın Yargıtay tarafından onanması durumunda tekrar tutsak edilmesi söz konusu.
Burada Savda’nın ders niteliğindeki savunmasından kısa bir örnek vermek yararlı olacak...


İsrail’in 2006 yılındaki Lübnan işgali sürerken, bu işgalde yer alması istenen İtzik Shabbat ve Amir Paster gibi İsrail ordusunda görevli 40’a yakın vicdani retçi, insanların din, dil farkı gözetmeksizin aynı duygulara sahip olduğunu göstererek savaşta yer almayı reddettikleri için çeşitli hapis cezaları ile cezalandırıldı. İsrailli vicdani retçilerin tutumları önemlidir. Çünkü İsrail toplumunun her şartta işgal ordusunu desteklediği yalanını çürütmüştür. Orada da barışseverler var ve onların gittikçe çoğalacağını biliyorum.
Bugün burada, öldürmeyi reddeden İsrailli vicdani retçilerle dayanıştığım ve İsrail hükümetinin vicdani retçileri cezalandırmasını protesto ettiğim için yargılanıyorum. Yine, İsrail hükümetinin, Lübnan kuşatmasına tepki gösterdiğim için mahkemenizde ifade vermekteyim. İsrailli vicdani retçilerin barış mesajını sahiplenmek önemliydi. İsrailli barışseverlerle dayanışırken, “askere gitmeyin” çağrım, savaşların insan kaynaklarını kurutma çaba ve görüşlerimin bir dışa vurumudur. Bu arzu ve görüşler dünyadaki bütün savaş karşıtlarının görüşünü yansıtmaktadır. Bugün burada yargılanmakta olan savaş karşıtı görüş ve tutumdur.
Halkı askerlikten soğutmak gibi bir suç tarifi akıl dışıdır. Bu yargılamaya konu olan “herkesi askerliği reddetmeye çağırıyorum” sözü yaşama hakkına, düşünce ve vicdan hürriyetine duyduğum saygı gereğidir. “Halkı askerlikten soğutma” suçunu düzenleyen m.318; yaşama, düşünce ve vicdan hürriyetinin savunusunu yasaklıyor.
TCK m.318 “Halkı askerlikten soğutma” fiili, “milli savunmaya karşı suçlar” adı altında 1926 yılında suç olarak kabul edildi. 1889 tarihli İtalyan Zanardi Kanunu (765 sayılı TCK 1926–2005) Türkçeye çevrilerek kabul edildiğinde, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey TBMM’de yaptığı konuşmada; “Arkadaşlar, ceza kanunumuz çok settir. Çünkü inkılâp çok kıskançtır” diyordu. Evet, TCK çok sertti ve totaliter bir içerikteydi. Bunun en açık ifadesi de, “halkı askerlikten soğutma” olarak düzenlenen TCK’nın 155. maddesidir. Bu yasa maddesi ile “ordu ve askerlik eleştirilemez kurum ve değerler” olarak korunmaya alındı. Bundan böyle askerlik ve ordu eleştirilmeyecekti; eleştirildiklerinde ise eleştirenler cezalandırılacaktı. Zanardi Kanunu Mussolini İtalyası’nda değiştirilip daha baskıcı hale getirildi ve aynı değişiklik geciktirilmeden Türk Ceza Kanunu’na aktarıldı.
765 sayılı TCK, 2005 yılında değiştirilip yerini 5237 sayılı TCK’ya bıraktığında, “halkı askerlikten soğutma” hükmünü düzenleyen 155. madde, bu kez karşımıza 318. madde olarak çıktı. Yasa ve madde numarası değişmişti ama öz ve içerik aynen korunmuştu. 2006 yılında yapılan bir değişiklik ile “halkı askerlikten soğutma” fiili “terör suçu” kapsamına alınarak 318. madde daha da ağırlaştırıldı.

Kanımca şu sorunun yanıtı önemli: halkı barıştan soğutmak neden suç olmuyor da, halkı askerlikten soğutmak neden suç kabul ediliyor?
Halkı askerlikten soğutmak suçtur, çünkü yasanın orijinalinin yazıldığı 19. yüzyıl sonu İtalyasında erkekler askerlik yapmak için pek hevesli değillerdi. 1. Dünya Savaşı’nda tüm cephelerde %10’a varan firar vakaları yaşanıyordu. Osmanlı ordusunda da firar olayları revaçtaydı. Yakalanan asker firarilerinin akıbeti hemen her ülkede ya zindana atılmak ya da kurşuna dizilmekti. “Kurtuluş savaşı” ile birlikte yaratılan ulusçuluğun başarılı olabilmesi için de halkın askerleştirilmesi gerekiyordu. Osmanlı’da halk arasında bir “kayıp” duygusu olarak belleklere kazınan askerlik algısı değiştirilmeliydi. Bunun içinde M. Kemal’in bizzat yazdırttığı milli güvenlik kitabı ortaokullarda ders kitabı olarak okutulmaya başlandı. Yine askerlik konusunda gönülsüzlük yapanları korkutmak ve baskı altına almak için cumhuriyetin ilk yıllarında istiklal mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemelerin asli görevlerinden biri asker firarilerini yargılayıp cezalandırmaktı. İstiklal mahkemelerinde onlarca asker firarisi kurşuna dizildi…
Bu tarihi savunmanın okunduğu vakit Ankara da pek hareketsiz değildir. Vicdani Red hakkının tanınması ve Vicdani Retçi Halil Savda’nın koşulsuz serbest bırakılması talebini içeren basın açıklamasını, İnsan Hakları Anıtı önünde 12 Nisan 2007 tarihinde, okuyan Vicdani Ret Çalışma Grubu’ndan Serpil Köksal ile ‘Asker Olma’ pankartını taşıdığı iddia edilen İbrahim Kızartıcı ve Şevket Murat Dünşen gözaltına alındı. Daha sonra, Ankara Emniyet Güvenlik Şube Müdürlüğü’nün şikayetiyle, haklarında “halkı askerlikten soğuttukları” iddiasıyla dava açıldı. Bu kişiler daha sonra yapılan yargılanmalarında beraat ettiler.
Ve son olarak 6 Ocak 2010 günü, Türkiye’nin başkenti Ankara’da, kentin en yoğun bölgesi olan Yüksel Caddesi’nde, tutuklu Vicdani Retçi Enver Aydemir ile dayanışmak düzenlenen basın açıklamasında gözaltına alınan Volkan Sevinç TUTUKLANDI.

İŞİN ÖZETİ ŞUDUR DOSTLAR;
Yaşadığımız topraklarda şiddet her an etimize batmıyor mu? Ruhumuzu delen bıçak Kemiğimizi zorlamıyor mu? Katillerin ve efendilerin, bu toprakların halklarıyla yürüttüğü psikolojik ve konvansiyonel savaşta, her şey giderek daha açık ve çıplak hale gelmiyor mu? Bu ülkenin egemenleri, anarşistlerin gıyabında vicdanların, yüz yıl önce deşifre ettiği bir şeyi, yani ‘iktidar’ı olanca ikiyüzlülükleriyle paylaşmıyorlar mı? İktidarın, birlik ve kimlik inşasında harç olarak kullana geldiği halinden memnun, biat etmeyi boynunun borcu bilen ideal vatandaş rüyasını tehdit eden tüm politik, sınıfsal, etnik ve cinsel kimliklerin ruhunu, varlığını hedef alan, kapitalizmin yüzlerce yıl önce başlattığı bu savaş, bugün tüm hileli ve çirkin gerçekliği ile sürmüyor mu? Ve sonunda; bu soruların cevabını vermeye ihtiyaç var mı?
VERELİM; EVET EVET EVET !!! BİN BİR KERE EVET
Bakın; Savaş ve militarizm ne sadece askerlik ne de sadece silah sıkmaktır. Bu nedenle, militarizm-piyon işbirliğine dayanan bir toplumsallığa karşı, böylesine bir süreçte, yapılması gereken en yaşamsal şey; ölümü reddetmektir. Volkan Sevinç, işte bu yüzden cezaevinde; ölümü ve öldürmeyi reddettiği için TUTSAK EDİLİYOR. Güzel kardeşim, bırak ölüm onların olsun, biz yaşamı alalım!

“ORDUYA İTAAT ŞEREFİMİZDİR” DİYEN KAFALAR ŞUNU İYİCE ANLASINLAR.
İTAATSİZ; YÜZ KERE, BİN KERE, ŞEREF OĞLU ŞEREF KERE ŞEREFLİDİR !!!
Ve;
ONUN ONURU, ZULME İNAT, BİZE/SİZE VE HERKESE BULAŞMAYA MUKTEDİRDİR !!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder